25 Aralık 2009 Cuma

Tanımlanamayan Betimleme

Tabiri caiz olmayan görüntüler canlanıyor gözlerimin önünde. ''Anlat!'' desen, kelimeler kifayetsiz kalıyor. ''Açıl!'' desen, platinle mühürlenmiş kilitler izin vermiyor. Hissediyorum. Hissettikçe gerçekleşiyor, gerçekleştikçe can yakıyor. Bedenimin sınırlarının eksenine menziller belirliyorum. Hayal gücümün etrafına ise ne surlar koyabiliyorum, ne de hendekler kazabiliyorum. Hal değiştiren cisimlerin fiziki sınırlarından farklı, boyut değiştiriyor düşünce eylemlerim. ''Konuş'' desen, konuşamıyorum, dil düğümleniyor ağzımın içinde. ''Paylaş'' desen, seni kimseyle paylaşamıyorum, tek parça, hacmin genişliyor ruhumda. Kızgın alevlerin sarmaladığı bedenimi, sönsün diye denizlere atıyorum, debelenirken yanmaya devam ediyorum, dibe battıkça ateş coşuyor. Boğulmak ve yanmak arasında gidip geliyorum, her ikisini seçiyorum. ''Silkelen! Kendine gel!'' desen, kendime gelmek istemiyorum. Kendime geldikçe gerçeklik güç kazanıyor, güç kazandıkça acıtması zenginleşiyor, artıyor. Kendimi, gerçeklik dışı bir boyutta yaşamaya adapte ediyorum farkında olmadan, cisimler yeniden anlamlanıyor, anlamlar ağırlaşıyor. Sırtıma dünyanın yükünü yükleyip göç etmek istiyorum. Ama şunu biliyorum; ''efkar'' eğer içindeyse, nereye gidersen git, yanında geliyor. Bağlarımı koparıyorum. Kendimi arkadaşlarımdan uzaklaştırıyorum. Kıyamıyorum hiç birine. Yanlarında durdukça daha da koymaya başlıyor canlarını sıkmam. Ailem protesto ediyor odamda geçirdiğim zamanları. Endişe içinde bahaneler yaratarak kontrol ediyorlar beni. Biliyorum. Dünyanın manyetik alanının frekansları ile benim frekanslarım çatışıyor. Dünya büyük, güçlü.. Bastırıyor beni. Titreşimlerim kuvvetleniyor ve derinleşiyor. Derinleştikçe daralıyorum. Yüzeyselliği özlüyorum. Zevk almıyorum var oluşumdan. Layık olduğum yer bana dar geliyor. Yığın halinde parçalara ayrılıyorum; her parçama farklı işkenceler uygulanıyor, itiraz etmiyorum. Gerekçeler yaratıyorum, hak vermeye çalışıyorum hallerime. Ama ne şimdiki, ne geçmişteki, ne de gelecekteki halime sığıyorum. Sinmiyor üstüme başıma, beden beden bol geliyor. Tuhaflaşıyorum. ''Ne halin varsa gör!'' desen, eyvallah çekip sinemde arşivliyorum. Kılçıklanıyor lokmalarım, çatallanıyor mideme giden yolda. Kendim için endişeleniyorum. Endişemi umursamıyorum..

Anlatmaya doyamayacağım masumiyetler içeriyorsun. ''Anlat'' desem, dünyanın gaz ve toz bulutu halinden başlayıp günümüze kadar, bütün güzelliklerini, sendeki yansımalarını, zevk alışını ve mutluluğunu paylaşıyorsun benimle. Bir manzaranın sende yarattığı ruh halini tasvir ederken manzarada yerini buluyorsun. Anlattığın tabloda sen de yerini alıyorsun, ya o derelerin serin sularında yıkanırken, ya o çayırların engin yeşilliklerinde dolaşırken ya da o çınarların gölgelerinde uyuklarken buluyorum seni. Kavrıyorsun, yaşıyorsun, zevk alıyorsun. ''Açıl'' desem, bir kelebeğin kanat çırpışlarının üzerinde yarattığı hissiyatı bana parsel parsel betimliyorsun. Bir peygamber devesinden güç alıyor, bir yusufçuktan uçmayı öğreniyor, bir yağmurdan dokunmayı kavrıyorsun. Yoğuruyorsun içinde ve şekillendirip huzurla, masumiyetle paketleyip sunuyorsun. Bir telefon konuşmasından bile mesafelerin imkansızlıklarını kırıyor, varlığını hissettiriyorsun konuştuğun kişinin oturduğu koltuğun baş ucunda. ''Konuş'' desem, perilerin şivesi ile şekillendiriyor ve anlamlandırıyorsun, anlatmak istediğin kavrama denk gelen kelimeye can veriyorsun. Daha önce kurulmamış cümleler kurup, daha önce dokunulmamış hissiyatlara gark ediyorsun bu latin harflerini. Kulaklarım bile bu titreşimin farklılığını kavrayabiliyor, saygı gösteriyor ve şükrediyor. ''Paylaş'' desem, kendi önündekini benim önüme koyuyorsun, senin olan benim oluyor, sınırlara inanmıyorsun. Paylaşıyor olmanın verdiği zevk ile mest oluyorsun, ağzın kulaklarına varıyor, yaşıyorsun, hayattasın. ''Silkelen! Kendine gel!'' dememe sebep yaratmıyorsun; evren sende, dünya sende, sen kendindesin. İlahi bir uyum içinde zamana anlam katıyorsun. Her saniyeyi hissediyor, her anın farkına varıyor ve kıymetini biliyorsun. Güzel bir hayatın, güzel bir geleceğin, ve bunu dibine kadar hak eden yaratılışın ile Tanrı'yı gururlandırıyorsun.

Sana yakın olmak; daha önce okumadığın bir kitabın gelişigüzel bir sayfasını açıp, okumaya başladığında, hikayede hiç yabancılık hissetmemek gibi. Sana yakın olmak; daha önce gitmediğin bir şehirde, bir kahvehaneyi, elinle koymuşsun gibi bulmaya benziyor. Sana yakın olmak; daha önce görmediğin, varlığını bilmediğin bir insanda, benzerliklere hayret etmek gibi. Sana yakın olmak; sırtüstü yatıp yıldızları izleyip, hikayeler anlatmak gibi. Ben böyle bir kalp, böyle bir kişilik, böyle bir güzellik görmedim. Sana yakın olmak; seni harcamak gibi, ziyan etmek gibi. Arkamı dönüşüm hayranlığımdan. Ben bu hissiyatı bilirim. Zamanın varken, fırsatın varken uzaklaş benden. Ben seni etkilerim, kendime benzetirim. Sana yakın olmak; yürüme engelli bir hastanın, hastalığını yenip, tekerlekli sandalyesinden kurtulduğu ilk gün, aşil tendonlarını kesmek gibi. Ne masumiyetine gölge düşürebilirim, ne asaletine çamur sıçratabilirim, ne de güzelliğine göz değdirebilirim. Hayatın bir peri masalı kurgusunda, kendi gerilim filmime izleyici yapamam seni. Buhranlarıma ortak edemem seni. Solmana izin veremem.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder