21 Aralık 2009 Pazartesi

Hayali Umut


''Umut kötülüklerin en kötüsüdür, çünkü işkenceyi uzatır.'' Friedrich Nietzsche


Zamanın rasgele bir kesitinde, rasgele bir şehirde, rasgele bir karakteri canlandırıyor olmanın rasgele sorumluluğu ile başlıyordum günlerime. Bu rasgeleliğin seyrini bozmamak için sorumluluklarımı yerine getiriyor, böylece topluma uyum sağlama çabam beden buluyordu. En azından farkına varılmıyordum, benim için en mutluluk verici olan şey buydu..

Kah kaldırımda bir çekirdek kabuğunu yuvasına taşımaya çalışan bir karıncayı izliyor, yoruluyor ve öykünüyordum; kah bir kahvehanede, kenarda oturup sigarasını içen yaşlanmış insanlara bakıp dinleniyor ve hayıflanıyordum. Görebiliyor olmanın zevki, gördüklerimin acısıyla bütünleşiyor ve beni buna bağımlı hale getiriyordu..

Bu günlerimi, buna benzer günlerim takip ediyor, ve ben harmanlanarak yuvarlanıyordum bir günden, bir başka güne. Rasgele günlerimin birinde, o günün rasgele olmamasını istedim..

.....

Hazırlanmaya başladım. Hem de ne hazırlanma.. En beğendiğim kıyafetleri giydim. En sevdiğim kokuları sürdüm. Saçıma sakalıma, en titiz ilgimi gösterdim. Evimin kapısına doğru ilerledim. Cukkamı kontrol ettim. Ayakkabılarımı giydim, aynadan son kez kendime bakıp, vay be dedim..

Sözleştiğimiz yerde beklemeye başladım, sözleştiğimiz saat yakındı. Sokağa göz gezdirdim. ''Ne farklı hayatlar; ne farklı kavgalar..'' dedim içimden. Gelme zamanının yaklaştığını fark edip, en güzel duruşumu aldım. Başlangıç önemlidir, nasıl başlarsa öyle devam eder..

Ardından sen geldin, yüzünde gülümsemen, ellerinde umutların, bakışlarında beklentilerin.. Yani baştan ayağa sen. Senle beraber, neşem geldi, zaman durdu..

Nadiren konuşarak yan yana yürümeye başladık. Başlarımız aşağıda, yüzlerimizde belli belirsiz utangaç tebessümler.. Yanımda olman tarif edilemez bir huzur, aitlik ve gurur duygusu uyandırıyordu bende. Hissedebiliyor olmama şükretmemi sağladın..

Derken su gören bir mekana oturduk. Çay söyledik.. Ben konuştum, sen konuştun.. Cümleler anlamlandı, kelimeler şaha kalktı, zaman grev yaptı ve dondu. Orada sadece, sen, ben ve seslerimizi şekillendiren sözcükler vardı. Ne bedenin varlığı anlamlıydı, ne de yer yüzünün kanunları geçerli idi. Orada paylaşım vardı, dostlukla karışık bir sevgi vardı.. Hatta bir kez elini elime uzattın, sıcaklığını hissettim. Yüzüm kızardı ama belli etmedim..

Kalktık, ayrılma yerine doğru yine başlarımız kaldırımlarda, yürümeye başladık.. Yine bir tebessüm vardı yüzlerimizde, gamzelerimizden belliydi.. Ama bu kez, birazdan ayrılacak olmanın acısını belli etmemek içindi, bilirim. Adımlarımız yavaş, aheste.. Varacağımız noktaya varmak istemez gibi, aylak aylak..

Ve vakit tamam. Ayrılık zamanı. Beceriksizleştiğim zaman dilimlerinden biri.. Ama sarılmamız, hiç bir ezberlenmiş becerinin gerçekleştiremeyeceği kadar yürekten, içten, ve coşkulu. Sessizliğimizin anlamları, kendi içlerinde saklı.. Kokun, sıcaklığın, kendine haslığın..

Arkanı döndün, bir daha da bakmadın omzunun üstünden bile. Sen de biliyordun, ben de biliyordum.. Eğer göz göze gelmiş olsaydık, ayrılamayacaktın. Ama gitmek zorundaydın.. Yuttuk sözcükleri..

.....

Rasgele günlerimin birinde, o günün rasgele olmamasını istedim.. O gün beni sevmeni istedim. Çünkü içimde sana odaklanmış o kadar fazla sevgi vardı ki, onu sana yönlendirmek istiyordum.
Sana duymadığın şarkılar söyledim, açmadığın hediyeler gönderdim, yaşamadığın anılar paylaştım.. Seni yaşamak için sana ihtiyaç duymadım. Bilmedin.

Başım aşağıda, kaldırımlara bakarak yürümeye başladım. Kah simit satan çocukları gördüm, gülümsedim; kah taksi şoförlerinin muhabbetlerini dinledim, acıdım. Rasgele bir günü takip eden, rasgele bir gün yaşadım. Zaman öldürdüm. Zaman da beni öldürdü.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder