5 Ocak 2010 Salı

Fikir

'' Kafesin biri bir gün, bir kuş aramaya çıktı.''
Franz Kafka

.....

Ellerim bomboş. Ne gözle görülür bir madde var varlığına beni ikna edebilecek, ne de kulakla duyulabilen bir cümle, hislerini anlatan... Vuracak hedefi olmadan yaydan fırlayan ok misali hislerim, başı boş ve muhatapsız. En büyük hazinem, düşünebildiklerim ve hissedebildiklerim. Bana bu gelişigüzel yaşamın en büyük armağanı bu kabiliyet. Minnet duymamın tek sebebi...

.....

Bazıları birini görür, bedeninde bilmediği kimyasallar dolaşmaya başlar, ve aşık olurlar. Bir yürüyüşe vurulurlar, bir bakışa, hatta bazen ses tonuna. Ve bu kimyasal tepkime neticesinde, zihinlerindeki ''aşk'' tanımı, gördükleri kişi nezinde şekillenir. Tutulmaya muhtaç eller, o kişinin elleri halini alır. Kavranmaya ihtiyaç duyulan bel, artık onun belidir. Yürekten bu imkansızlık okyanusuna açılan sal, artık onun kalbinin kıyılarını keşfetmek için salınır da salınır uzaklara...

Bazılarıysa, içlerinde çok büyük bir ''sevme'' potansiyeli ile doğarlar. Hayatları boyunca bunun kurbanı olurlar, görünürde ödülünü alır gibi olsalar da... İçlerine yerleştirilen bu ilahi sevme güdüsü ile, karşılaştıkları insanlara hep çok fazla değer verirler, emek harcarlar, ve en kötüsü, ilahlaştırırlar. Bencilce bir sevme ihtiyacı ile karşı tarafı bütünleştirirler, ve bir bilinmeyen denklemin cevabı sandıkları birbirleri ile, yalan bir ilişkiyi yaşarlar.

Hissedebiliyor olmak ne garip, ne yabancı... Kesin doğrular ve yanlışlar yok, görecelilik diz boyu. Herkes hissettiği kadar yaşıyor, ve bu dünya yine güneş etrafında dönmeye devam ediyor. Bazılarının ödülü farkındalık, bazılarınınki ise ahmaklık. Yalnız eldeki tek gerçeklik; bakış açısı zenginliği...

Anladık, görecelik... Hepsi tamam da, fark yaratan ne? Senin farkın ne de ben bu düşünsel evrende boğulurcasına, bata çıka yüzüyorum yorgunluğuma aldırış etmeden? Senin farkın ne de ben seni es geçemiyorum, ötekileştiremiyorum? Senin farkın ne de ben seni ateşi kor olmuş bir kalbe, kendime acımadan, affetmeden yerleştiriyorum? En kuytumdaki tahtı sana adamamın gerekçesi ne olabilir?

İşte burada zihindeki hareketlilik artıyor, kalp atışlarım hızlanıyor. Oturduğum yerde nefes nefese kalıyorum ve ağzımı açmadan, içime haykırdığım yakarışlarımla itiraf edebilmenin mutluluğunu birleştiriyorum göz yaşlarımın oluşturduğu zeminde. Kalbim ve beynim bu hemzemin geçitte birbirlerine çarpmadan, iç içe hareket edebilmeyi, uyum içinde başarıyorlar. Şaşkınlık verici. Bunca başarısızlığıma rağmen, bu akışın kusursuz olması...

Ben bir fikri seviyorum. Zihnimde şekilleniyor kalbimle hissettiklerim. Hayal etmeye yol açmasına, kurduğum hayallerin beni yer küreden uzaklaştırmasına aldırış etmeden bu fikre değer veriyorum ve sahipleniyorum. Bu fikir senin ufak çocuklara bakışından, gözlerinin içindeki neşeden, ses tonundaki annelikten besleniyor. Bu fikir, ertesi gün ailenle paylaşacağın kısa bir kahvaltı anı için bu geceden heyecanlanmandan besleniyor. Bu fikir, düşmanını bile, asaletinden ödün vermeden paylamandan alıyor kuvvetini. Hatta bu fikir, bana yaklaşımından besleniyor. Seninle beraber hiç çocuk sevmesek de, hiç bir kahvaltı masasını paylaşmasak da, hiç kimseyi birbirimizin etrafından uzaklaştırmasak da, bu fikir, beni, kendimi, sende rüzgara bırakmaya yetiyor. Çünkü bu fikir, bana huzur veriyor.

Ne o bir takım insanların tercih ettikleri yolun sonuçları gibi, ne de diğerlerinin yaratılışlarının esiri olmaları gibi hissediyorum bu fikri düşündüğüm zaman. Aslında seni, hepsi gibi, bazen de hiç biri gibi düşünüyorum. Çünkü bu fikir, kaynağını senden alsa da, hayatta kalmak için sana ihtiyaç duymuyor. Sen uzakken dahi hissediyorum ve bu huzur, senin yokluğunda da mümkün.

Ey insanoğlu, titre, ve kendine gel... Sevmelerinizde hep bir tutsaklık var. Özgürlüğünüzü anlayamamış olmanız, başkalarının özgürlüklerini tutsaklıklara çevirmenize yol açıyor. Başta hislerinizi kısıtlıyorsunuz, sonra karşınızdakini... Hepinizin içinde, muhafızlarla korunan, demir parmaklıklı kafesler var. Sevdiğinizi, ait olduğu yerden koparıp, cebinize koymak niyetindesiniz. Mutluluğunuz, hükmetme dereceniz ile eş değer.

Huzur, kafese ihtiyaç duymadan yanınızda duran ve öten kuştadır; siz kuşları kafesleyip seviyorsunuz. Siz kafessiniz, haberiniz yok. Ve tutsaklığınız, o kafese koyucak kuşu bulma çabanızın esaretindendir, bilesiniz.

İşte ben, bu özgür ruhu, bu bağımsız değişkeni, bu hayalperest dünyayı, bu masumiyeti, bu süzülüşü... Yani baştan ayağa seni... Yani, fikrini çok seviyorum.
Hissettirdiklerin bile güzel.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder