26 Haziran 2010 Cumartesi

''Ben''ler

''...Hep nefis çıkar karşıma, ölüp ölüp dirilsem;
İnsandan kaçmak kolay: kendimden kaçabilsem...''

Necip Fazıl Kısakürek

.....

Çocukluğumu hatırlıyorum zaman zaman. Beni şekillendiren şeyleri, olayları... Hafızamın sonsuz arşivinde, beni en çok etkileyen şeyi bulmam çok da zor olmuyor. Annem geliyor aklıma. Ellerinde yarımşar ekmek sarelleler. Birini bana uzatırken kulağıma eğiliyor ve bütün şefkati ile fısıldıyor; ''Birisini sen al, diğerini de arkadaşına ver, kardeş kardeş yiyin, oynayın..'' . Anneme sırtımı dönüp, onun direktifleri ile, arkadaşıma ulaşma anıma kadar geçen kısa yolculuk, hayatımın en derin, en anlamlı yolculuğu haline geliyor. Bir kaya parçasından, heykeltıraşının özverisi ile meydana gelmiş bir heykel oluyorum. Anlıyorum, öğreniyorum... Eğer benim elimde bir ekmek varsa, bunun yarısı senindir, yarısı benim. Anlıyorum, eğer aç kalacaksam, beraber kalacağız; doyacaksam da birlikte doyacağız. Öğreniyorum, o yarım ekmek sarelle lezzetli, çünkü seninle birlikte yiyoruz onu biz. Bir kazanç, bir emek, bir ödül, bir tat, bir an, seninle güzelmiş muhatabım. Paylaşılmadıkça, hiç bir şeyin kıymeti yokmuş. Bize böyle öğretildi hayat en kıdemli mevkiden.

.....


Çok yaklaşmıştım...

Küçücük bir adım kalmıştı artık bu boyuttan uzaklaşıp başka bir boyutta beden bulmaya. Ruh olmaya tırnak kadar mesafe kalmıştı, uçan bir kuşun ağırlıksız bedenine. Bir bal arısının ayaklarında taşıdığı polen kadar anlamlıydı artık emek ettiğim her şeyin karşılığı. Bu çileli yolun sonu mutlak yalnızlıktı. İçime haykırdığım zafer naraları kulaklarımı sağır edecek gibiydi. Gözlerimden, galibiyet sonrasında savaş meydanına bakan bir generalin kaybettiği askerlerine rağmen muhabereyi kazanmış olmasının verdiği hissiyatın yansıması çok açıkça okunabilirdi. Bu dört duvar şahidim olsun ki bunun gerçekleşmesi için çok çaba harcadım. Bu koltuklar şahidim olsun ki başından sonuna kadar cesur oldum kendimle baş başa kaldığımda. Bu mutfak, bu koridor şahidim olsun ki kendimden bir an için bile korkmadım. Dişimi sıktım, sabrettim...

Çok yaklaşmıştım...

Aptal köpekler arabaların ardından koşar ya yakalayamayacaklarını bildikleri halde.. Ben o arabanın plakası ile burun burunaydım. Serseri leylekler gök yüzünün en yükseklerinden uçarlar ya.. Benim parmak uçlarım semanın sınırına değmek üzereydi. Kör köstebekler derin derin çukurlar kazarlar ya.. Ben dünyanın çekirdeğinin ısısına dayanamayacak kadar yaklaşmıştım. Bütün bu sınırsızlıkları çok hak etmiştim. Çok emek harcamıştım. Kendimi, kendi içime kapatarak zenginleştirmiş, ve yarattığım mucizevi yalandan huzurda şuursuzca uzanmıştım sırt üstü. Aramaktan vazgeçtiğimde bulmayı öğrenmiştim*.

Kısa sürdü..

Ben düşünmüştüm ki, ardıma, içime döndüğüm zaman biter bütün sanrılarım. Ben düşünmüştüm ki, yüzüm eskirse hatırlanmam. Ben sanmıştım ki, sokağın, mesela bir kaldırım taşının belleğinden bahsetmek imkansızdı*. Lütfen demiştim.. Lütfen. Bana biraz yemek, sigara ve ihtiyacım olan ufak tefek bir kaç şeyi bırakın, ve gidin.

Gitti herkes..

Sonra çok saçma bir şey oldu. Bir sen geldin. Kulak tıkayarak, her şeye rağmen, beklentisiz, cesur, denk, naif, zor... Sen de yorgundun benim gibi, sen de karmakarışıktın, hatta sen de benim gibi kirliydin. Sen de birileri tarafından kovalanıyordun, kollarında kelepçeler vardı, belli ki, sen de kaçmıştın.

İnsan, kendinden kaçmak için, kendini kendine kapattığında, kendi gibi biriyle karşılaşıyorsa; artık bütün o çabalar anlamsızdır. İstese de istemese de, hazır olsa da olmasa da, hoşuna gitse de gitmese de, artık yüzleşmesi gereken bir ''kendi'' vardır karşısında. İşte o anda, gönül denenin gözü açılır...

Bil ki şunu muhatabım, bu dünyada her şey insanlar içindir. Aynı insandır elleriyle kardeşini boğan, ve yine aynı insandır kardeşleri için ağaçlar diken kuru arazilere. İnsandır merakından okyanusları aşan, insandır kendini dış dünyaya kapatan. İnsandır birilerini yaşatmak için böbreklerinden vazgeçen ve yine insandır namluya kurşunu sürüp tetiği çeken. İnsandır birinin tenini arzulayan, kendini bırakan ve yine aynı insandır tenine mahrumiyet kilitlerini takan. Bu dünyada herkes insansa, her hareket de insancıldır.

Bil ki şunu muhatabım, insan eylemlerine dair her yargı yolunun sonu takipsizliktir. Hükmüne karar vermek sadece o insanın işidir.

Bil ki şunu muhatabım, eylemin kendisinin gerçekleşip gerçekleşmemesi çok da önemli değildir. O eylemi gerçekleştirmek isteyip, gerçekleştirmemek, kişinin kendini aldatmasıdır. Kesinlikle sadakat değildir.

İnsanlar öldürürler, yaşam verirler, severler, nefret ederler, aldatırlar, aldatmazlar, kin güderler, sevgi beslerler.

Bil ki şunu muhatabım, bu eylemlere yön veren süreç, eylemin kendisinden çok daha önemlidir.

Şimdi, bütün dünyaya sırt çevirip, kendine dürüst olmak zamanıdır. Şimdi, yapmaya karar verdiğin şeylerin arkasında durmak zamanıdır. Şimdi, yapmakta olduğun şeylerin gerekçelerini delikanlılıkla dillendirmek zamanıdır.

Çok yaklaşmıştım...

Dünyaya kızıp, kendimi cezalandırmak yerine, ona doğruları anlatmak daha doğru gelir oldu. Kimseye sormadım, yolu kendim buldum geldim*.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder